TÜM YAZILAR


Bilinmezlik içerisinde kaybolma..



Yaşadığımız gezegende bir takım değişiklikler oluyor ve biz bu değişikliklere adapte olmaya çalışıyoruz. İnsan bu değil mi zaten, yaşadığı yüzyıllar boyunca her şeye adapte olmamış mıydı? 
Şimdi ise bu gezegenin, ufak bedenlerimize uyguladığı çekimin dışında başka bir berraklık hissi aşılaması. Ve bizim de bu düzene nasıl ayak uydurduğumuz konusu gündemde.. 

Bir kitaba başladım farklı bakış açılarını aynı şeyden bahsederek insana öyle güzel yerlerden dokunuyor ki..

Kitap söyle başlıyor, bir gün bir atölye çalışmasında bir öğrencisi bir soru sormuş. 
Soru şu; "Doğası senin için gerçek bir bilinmez olan o şeyi aramaya nereden başlayacaksın?"

İstediğimiz şeyler, esasen dönüştürücü niteliği öne çıkan ayrıntılarla yüklüydü ama biz dönüşümün öte yanında ne bulunduğunu bilmediğimiz halde bildiğimizi sanıyorduk. 
Beklenin o kapıdan girmesi, uzun ve disiplinli bir çalışma sürecinin başlayacağının sinyallerini veriyor. 

Eğer bu bir felsefi keşif ise Edgar Allan Poe "Felsefi keşif deneyimleri öğretmiştir ki, böylesi bir keşif sırasında vaktinizin çoğunu öngörülmeyeni hesaplamaya ayırmak zorundasınız." Başka bir bakış açısı tabii ki.. 

"Öngörülmeyeni hesaplamak" Peki mümkün mü?

Zaten öngörülemiyorsa, hesaplamasının nasıl yapılacağı konusunda hiçbir fikre sahip değilim tabii ki ama burada anlatılmak istenen acaba daha başka bir hikaye mi içeriyordur diye düşündüğümde.
Yani biraz daha yakından bakabildiğimizde
Süprizler aslında dengeyi koruma, şansa güvenme, dünyadaki gizemlerden bazılarının gerekli olduğunu kavrama, dolayısıyla hesap ve plan yapmaya, kontrol altında tutmaya bir son verme sanatına benziyor. Başka bir ifadeyle, öngörülemeyeni hesaplamak, bir bakıma yaşamın mantığına aykırı tecrübeleri kapsıyor gibi. 

Buna "olumsuz kabiliyet" olarak bahsetmiş kitapta. 
İnsanın bilinmeyenler ve gizemli, şüpheli durumlar karşısında, gerçeğe ve mantığa ulaşmak için huzursuz edici bir dürtü hissetmeden kalabilme kabiliyeti yani.

Bir bakıma kaybolmak yani. 
İnsanın kaybolması, bir durum içerisinde sakinliğini koruması ya da sessiz beklemesi de, herkes gibi sıradan davranması da bir kayboluş biçimidir. 

Walter Benjamin buna boşvermişlik demiş. Güzel ifade etmiş. 
"Fakat bir kişinin şehirde kaybolması - tıpkı kişinin ormanda kaybolması gibi - farklı bir terbiyeden geçmeyi gerektirir. Kendini kaybetmek, sadece keyif veren bir teslimiyet değildir; kendi kollarında kaybolup gitmek, kendini dünyanın akışına bırakmak, tüm varoluş kaygılarından bağımsız bir biçimde akan zamanın içinde erimek demektir. Ancak böyle bir durumda, o zaman dilimini kuşatan her şey geriye çekilebilecektir. "
Yani kaybolmak kavramında, tüm varlığınla orada bulunmak, belirsizlik ve gizem içinde kalabilme kapasitesi gerektirir. 
Dolayısıyla kimse kaybolmaz aslında, insan ancak kendisini kaybedebilir. Bu bilinçli bir tercihtir, seçilmiş bir teslimiyet ve coğrafya aracılığı ile ulaşılan ruhani bir tasarruftur diye bahsedilmiş kitapta.

Kaybolmak bir çok anlamda kullanılabilir, kitapta ruhani tarafından bahsedildiği gibi, kişisel bir tercih olarak her gün içinde bulunduğun durumdan sıkılmış olabilirsin, bir şeyleri düzeltemediğinde vazgeçerek kaybolabilirsin, ya da araba kullanırken dalgınlıkla o sapağı kaçırıp kaybolabilirsin, asıl amacının internet sitesinde bir veri aramak olmasına rağmen arayış hedefini şaşırıp daha fazla dikkatini çeken içeriklerin olduğunu keşfettiğin başka siteler doğru kaybolabilirsin bir çocuksan eğer gittiğin pazaryeri senin için fazla büyük ve karmaşık görünebilir, annenin elini bırakıp bir sokakta gördüğün çileğin peşine düşmüş olabilirsin. Kaybolma eylemini unutmamak güzel olur. Arada kaybolmanın güzel olabileceğini unutmamak gibi. Çünkü her insanın buna ihtiyacı olduğu düşüncesindeyim. 
Kaybolmak güzeldir, yeni keşifler yapmanı sağlar ve beynin yeni yerler gördükçe beyninin kimyasallarını tepkimeye sokar, korku içerebilir, heyecan içerebilir bu gibi duyguların hepsine rağmen kaybolmuş olmayı kabullenmek çok önemlidir. 

Kaybolmayı en iyi çocuklar bilir. Kaybolduğunu bilir. 
Kaybolmuşluk duygusuna doyduğu zaman yani korkuların gün yüzüne çıktığını anladığı zaman durur. Kaybolduğunu kendine inandıramayan bir insan gibi avare avare dolaşmaz.
Korunaklı bir yere geçer ve bekler. Yani yardıma ihtiyacı olduğunun farkındadır. 
Walden’da bu konuda diyor ki;
"En güzel yanı kaybolmak, şaşırtıcı, akılda kalıcı ve değerli bir tecrübedir."

Bir insanın kaybolması için gözlerini kapatıp kendi etrafında dönmesi de yeterli bir seviye midir mesela?
Önemli olan tüm dünyayı kaybetmek, onun içinde kaybolmak ve bütün bu durumdan sonra kendini bulmak mıdır? 

Öğrencinin sorusunu tekrarlamak istiyorum.
"Doğası senin için gerçek bir bilinmez olan o şeyi aramaya nereden başlayacaksın?"

Wirginia Woolf ise Deniz Feneri kitabında şöyle diyordu;
"Şimdi herhangi birini düşünmeye ihtiyacı vardı. Halbuki kendisi olabilir, kendisiyle kalabilirdi. Zaten uzun süredir hem düşünmenin hem de düşünmemenin eksikliğini hissediyordu. Sessiz olmak, yalnız olmak. Bütün o yayılmacı, şaşaalı, gürültücü olmalar, yapmalar uçup gitmişti birden. Ve insan ağırbaşlılıkla, kendi varoluşuna, karanlığın üçgeni andıran merkezine, başkaları için görünmez olan o gizli köşeye çekiliyordu. Bir taraftan da her zamanki sakinliğiyle oturuşunu bozmadan elindeki örgüye devam edebiliyordu. Zira asıl mücadele içeride sürüyordu. Taşıdığı bütün ağırlıkları bir başka köşeye istifleyen bu öz, en alışılmadık mecralar için özgürdü artık. Ve hayat bir an için dibe battığında, kazanabileceği tecrübelerin bir sınırı yoktu. Şüphesiz aşağısı tamamen karanlıktı ve bu karanlık her yere sirayet ediyordu. Üstelik, orada anlaşılmayacak bir derinlik söz konusuydu. Fakat şimdi ve bir kez daha yüzeye yükseliyorduk ve siz bizi orada bulacaktınız. Sahip olduğu ufukların ona sonsuz görünmesinin sebebi de buydu işte"

Ve evet kaybolduğun yerde garip şeyler bulabilirsin. Her bir olayın üzerine tek tek düşünerek derinlerine kadar kaybolmak ve kendine izin vermektir. 
Marifet unutmak değil, gitmesine izin vermektir. Ve diğer her şey gittiği zaman zenginleşirsin. 
İnsan bildiği bir konuyu da bilmediği bir konuyu da araştırmaz. Zira biliyorsa araştırmasına gerek yoktur. Yok eğer bilmiyorsa, o zaman da hangi konuyu araştıracağını bilmediğinden böyle bir çaba içerisine girmesi bir şeyi ifade etmez.

O zaman soruya geri dönersek, bilinmeyeni bilip bilmemekten ibaret bir mesele değil, en geniş anlamıyla, bilinmeyeni aramaya nasıl gideceğimizi sorgulayan bir soru olarak kalmaktadır. 

Bilinmeyen nedir?
Bilinmeyeni bilmek mümkün müdür?
Bilinmeyeni aramak istersen nereden başlamak gerekir?
Bilinmeyen, kaybolmaktan mı geçer?
Kaybolmak, kendini kaybetmekten mi başlar?
Bulunduğun durum kaybolmakla mı devam eder?
Yine kendini bulmakla mı son bulur?
Bilinmezlik, yok olmak, kaybolmak, bilinç, giz..

Farklı bir ifadeyle söylemek gerekirse, bilemediğiniz bir başkası değil, sadece ve sadece kendinizsiniz. 
Yola kendinizi tanımakla çıkıp, tanıdığınız kendinizi kolayca kaybedebilirsiniz. 
Peki kaybettiğiniz kendinizi yeniden bulduğunuzda siz kendiniz misiniz?

0 yorum:

 

Design by Event Faculty

sayfa sonu

Diğer yazılar için minik ok işaretlerini takip etmelisin!