TÜM YAZILAR


Dogville (İtkasabası Filmi)


Kısa Bir Özet :

İzleyicisinin zekâsına kesinlikle güvenen, Danimarka'nın haşarı çocuğu Lars Von Trier'in sunduğu, ilk sahnelerinde şaşırtan, heyecan verici - ve belki de ilk bakışta huzursuz eden - bir sinema deneyimi olan bu film, yönetmenin yeni üçlemesinin ("Dogville" - "Manderlay" - "Washington") ilk bölümü... Ortabatı ABD'de, eski bir madenci kasabası olan ve sakinlerinin Büyük Ekonomik Bunalım'ın etkilerini hissettiği Dogville'in mahmur yaşamı, yabancı bir genç kadınının dramatik bir biçimde ortaya çıkışıyla hareketlenir. Kendini kasabanın sözcüsü tayin eden Tom Hanson, gangsterlerden kaçmakta olan güzel Grace'e sığınma teklif eder. Kasabanın az sayıdaki sakinleri, Grace'i bir süre için saklamaya razı olur, o da buna karşılık olarak onlar için çalışmayı kabul eder. Önceleri çekingen davranan ahali, Grace'i polisin aradığını öğrenince cesaretlenir ve girdikleri riski telafi etmek için ondan gittikçe daha fazla iş istemeye başlarlar. Yavaş yavaş hizmetkâr haline gelen, kaçmaya çalışınca da adeta köle yapılan genç kadın, koruyucularının elinde en berbat aşağılamalara boyun eğer. Çok geçmeden de, Tanrı'dan korkan bu insanların iyilik ve bütünlüklerinin ne kadar göreceli olduğunu keşfeder... Brecht'in yalın tiyatrosuna gerçek bir saygı duruşunda bulunan, ve iktidarla onu elinde tutanların neler yapabileceği hakkında, bir 11 Eylül sonrası filmi olduğu su götürmeyen DOGVILLE, gücünü senaryosundan ve kusursuz oyunculuktan alırken, çarpıcı mizanseniyle de bir üslûbu yenileyerek dehasını sergiliyor.

 

Ve birkaç yorum:

Gerçekten filmin başında okunması gereken bir sözmüş...

Dogville (2003) Biri sana tokat attığında sen öteki yanağını çevirme çünkü...


Ben bu sözü film bittikten sonra okudum, filmedik metaforlar oldukça etkileyici ve her bir yorum okuduğumda filmin başka bir chapter'ını anlamış oldum.
Aslına bakarsanız insanlığın, hayatın, yaşamın ne olduğunu sorgulayanlara hattaanlamamış olanlara herşeyi tamamı ile anlatacak olan bir film. 
Yönetmen Lars Von Trier 'in gerçekten seyirciye güvenerek yorumladığı bu filmini başka bir türlü anlatamayacağını filmi izlerken de düşünmüştüm. 
Herkesin herşeyi bildiğini, işine geldiği gibi davrandığını, iyilik etmenin sadece sana görev olarak kalacağını sonrasında bu görevden sorumlu tutulacağını, Hızır'ı, Musa'yı, Her zaman birilerinin oyununa gelebileceğini, kararını verirken bakacağın yerlerin meyve bahçeleri değil gerçekler olması gerektiğini. Bir tiyatro sahnesi edasında ama tamamen çizilmiş olduğunu sana unutturarak, adeta dünyanın yaşayanları gibi hayvanlar, sakatlar, zenginler, çalışanlar , yaşlılar, körler, çocuklar vb. minimize halini bize sunan ve sonunda bize bu hikayeyi anlatacak birilerinin olması için Musa'nın ölmediğini, onun sadece bu hayattan geçerken olanlara tanık olduğunu anladığımız bir film...

"Bazı insanları eğitemezsiniz, onları kötülük etmemeye ikna edemezsiniz. Kötülüklerini suratlarına vurunca sadece inkar etmez, sizden daha da nefret ederler. Onları görmezden de gelemezsiniz. Cezalarini haketmişlerse haketmişlerdir. Merhamet her zaman en doğrusu değildir, en güzeli ve en ahlaklısı da degildir. Size kötülük edenleri mazur görmek, onlara anlayış göstermek, onların içindeki şeytanı ancak besler, büyütür. Affetmek belki de o insana yapabileceğiniz en büyük kötülüktür."


Filmin En Sevdiğim Sözlerinden Olan 

''Başkalarını affetmek için bulduğun bahaneleri kendin için asla kullanmazsın."


"Onlar gibi davranmış olsaydı, kendi yaptıklarını asla savunamazdı ve onları yeteri kadar ağır bir cezaya çarptıramazdı"


Bir kaç yorumdan örnekler vermek gerekirse

1.) Bir başka yorumda bahsedilen birşey:
İnsanların aklına şu düşünce gelebilir: “Dogvilleliler içinde bulundukları şartlarda ellerinden gelenin en iyisini yaptılar. Ölmeleri gerekmiyordu.”
      Bu düşünce şöyle çürütülebilir: “Ama ellerinden gelenin en iyisi yeterince iyi mi?”
      Peki, yaptıkları affedilemez miydi? Onlara ikinci bir şans verilemez miydi?
      Gerçekten içinde bulundukları şartların kurbanı olsalardı bu mümkündü. Fakat onlar, kusmuklarında boğulan o zavallı insanlar yaptıkları kötü eylemlerin cezasını çekmeliydi ve eğer birinin her şeyi düzeltecek gücü varsa bunu yapmak onun (Grace) görevi olmalıydı. “Diğer kasabaların iyiliği için, insanlığın iyiliği için ve en önemlisi Grace gibi, herkes gibi insan için…” Aynı şeylerin bir daha yaşanmamasını kim garanti edebilirdi!?
     “Nihayet bulutlar aralandı, ayın parlamasına izin verdiler. Sanki daha önce merhamet dolu ve solgun olan ışık sonunda kasaba için saklanmayı reddetmişti. Işık artık binalardaki tüm yarıklardan içeri giriyor ve insanların içine işliyordu.” Değil çıkardıkları maskelerin altındakileri görmek, insanların kalplerindekini bile okumak mümkündü. Dogville’nin kendi eylemlerinin faturasıydı bu.
     Kasabada hiç mi masum insan yoktu. Ya kadınlar ve çocuklar? Kadınlar da pekala biliyorlardı ki özgürlüğün olduğu yerde masumiyeti aramak vehlene bırakılmış tarladan hasat kaldırılacağını iddia etmek kadar saçmadır. Çocuklar ise şanslıydı: Yaşamalarına izin verilseydi eğer kısır döngünün bir parçası olmaktan kurtulamayacaklardı.
      Musa’ya gelince; onun yaşamasının iki nedeni var: Öncelikle bu yolculuğa çıkmak kendi düşüncesi değildi. Görmemesi gereken şeylere tanık olduysa bu Tanrı’nın dileğiyledir. İkinci olarak; Musa da ölseydi hikmetle dolu bu hikayeyi kim anlatacaktı bizlere. Evet, Musa yaşıyordu. Mucizeydi bu!
2.)Bir başka yorumda bahsedilen birşey:

Kasaba sakinleri ilk başta güzel ve gizemli Grace'i aralarına dahil etmek konusunda çekinseler de bir şekilde buna ikna olurlar ama kasaba halkı için bu yeterli olmaz çünkü her iyiliğin bir karşılığı vardır ve Grace için yeterince lütufta bulunduklarını düşünen kasaba halkı çok az para karşılığında ona gündelik ev, bahçe işlerini yaptırırlar. Grace 'in bir sığınma gibi yaşadığı bu kasabaya gösterdiği tahammül ve teslimiyet üst seviyedir. Tüm bu eziyetlere bir melek sabrıyla ve anlayışıyla tahammül edecek kadar kimden ve neden kaçtığı sorusu kafamızdan gitmiyor film boyunca. Grace'nin bu yumuşakbaşlı ve hoşgörülü tavrı kasaba halkının ilkel duygularını daha da ortaya çıkararır. 
Finalde izleyiciyi şaşırtıcı bir son bekliyor Grace'in babasıyla yaptığı konuşma her şeyi açık ediyor; Grace babasını kibri için suçlarken babasının: 

"Asıl kibirli olan sensin. Bu sözleri söylerken sözde alçak gönüllülük ediyorsun. Hiç kimsenin senin yüksek ahlaki değerlerine erişemeyeceğinden o kadar eminsin ki herkesi bağışlıyorsun"

 sözleri Grace'i film boyunca aslında nasıl okumamız gerektiğini vurguluyor. Bu filmim bir Amerika eleştirisi olduğuna katılmıyorum çünkü vurgulanmak istenen mesele ta Adem Havva'dan bu yana gelen insanlık zafiyetleri. Dolayısıyla daha genel bir eleştiriye sahip. Hristiyanlıkta kabul gören "biri sana tokat attığında diğer yanağını da çevir" eleştirisi muhakkak filmin temelini oluşturuyor bana göre. Ama bu film her şeyden önce kimseyi haklı çıkarmıyor. Ahlak üzerine erdem üzerine bir Nihilist bakış belki de o mevzular çok derin, görüp ama tam olarak anlatamadıklarından.

3.)Bir başka yorumda bahsedilen birşey:

 “Grace” kelimesinin birçok anlamı var. İlk anlamı zarafet olan “grace” aynı zamanda İngiliz düklerine veya başpiskoposlarına verilen bir unvan; evvelce kral ve kraliçeye de verilirmiş. Onur vermek yahut teşrif etmek anlamlarına da geliyor. İlk anlamından hareketle yazının bundan sonraki bölümünde filmdeki güzel kaçağa Grace yerine “zarafet” demeyi uygun buluyorum.
 
Zarafet alçakgönüllü ve merhametliydi ama bu durum mağduriyetinden doğmamıştı. Dogville’i ilgilendiren alçakgönüllülüğü ve merhameti değil mağduriyetiydi. Sessizliğinin bir nedeni de elbette mağduriyetiydi, ama tabiatı da buna elverişliydi zaten. Tutumu, takındığı hâl hem insani olarak hem ismiyle müsemmalığından hem de şartları gereği yerinde ve makuldü. Oysa Dogville’in kibri, Zarafet’e karşı fedakârlığını bir mecburiyete dönüştürmüştü. Gücün elinde olduğunun bilinci, zamanla ona sığınana şiddet eğilimi göstermesine sebep oldu. Zarafet istemeden de olsa Dogville’in içindeki şeytanı uyandırmıştı. Belki de Dogville’in şeytanı onu ilk gördüğünde biraz kımıldamıştı. Güzeldi, alımlıydı; ağırbaşlılığı, tane tane konuşması, sesinin kadifeliği ve bembeyaz yumuşak elleri Dogville’nin kadınlarında kıskançlığı, erkeklerinde şehveti, çocuklarında da haşarılığı uyandırmak için yeterli bir nedendi. Dogville’in kucağı zindana, fedakârlığı şiddete ve eziyete dönüşürken Zarafet gene de sessizliğini ve alçakgönüllülüğünü bozmadı. Babası kızının bu sessizliğinin kibir olduğunu söylüyordu ona. Zarafet Tom’a bir ara “Ben bu kasabada herkeste bir iz bıraktım, artık hiçbiri eskisi gibi olmaz.” demişti.
 
Zarafet Dogville’e yaratıcının bir armağanıydı. Ama bu armağanı mağduriyetiyle (peşindeki gangsterlerle) birlikte vermişti. Ne de olsa dünya imtihan dünyasıydı. Dogville başaramadı. Onu kullandı, yüceltmedi; korumadı, kırdı. Sahipsizliğinin boşluğunu şehvetiyle, kıskançlığıyla doldurdu. Hem de tüm bu çirkinliği bir adalet ve hak duygusu ile yaptığı zehabına kapılarak.
 
Sonunda Zarafet’in gerçek sahibi (babası) geldi. Dogville’e Zarafet’in bir lüks olabileceğini, fazla geleceğini, ona karşı gösterilen tutumun sahteliğini, aldatıcılığını ve onun buraya ait olmadığını söyledi. Zarafet’in ise Dogville’e karşı takındığı hâlin kibirden başka bir şeyle izah edilmeyeceğini ekledi. Babasına silahlarını, adamlarını, kudretini kullanmasının da kibirden kaynaklandığını söylemesine karşın babası bunun kendisinde alçakgönüllülük biçiminde tezahür ettiğini vurguladı. Öyleyse asıl kibir Zarafet’e aitti. Zarafet düşündü: Dogville’in yerinde olsaydı yapar mıydı bunları? Yapardı belki ama bu kadar değil. Bunun bir bedeli olmalıydı. Tüm yapılanlar cezasız kalırsa tekrar ederdi. O hâlde Dogville yıkılmalıydı, yakılmalıydı.
 
Zarafet de güce sahip olduğunda şiddeti kullandı. Dogville’in yanışını, iyi niyetle döşenen cehennem taşlarını, kibrin, alçakgönüllülüğün ve affın aldatıcı biçimlerini, evrelerini düşünerek seyrettik. Bize kalan, alçakgönüllülüğü göstermeye çalışmanın da kibir olduğu gerçeğiydi. Çünkü ancak kendinde bir varlık hissedenin alçakgönüllülük göstermeye çalışacağı, gerçek bir kibirsizin kendinde bir varlık hissetmediği için alçakgönüllülük göstermeye  çalışmayacağıydı. Bu düşünceden hareketle Zerafet’in alçakgönüllülüğünün tabii olmayıp yapmacık oluşu kanaatine varabilirdik. Herkesi, her şeyi kibir mahvetmişti.
 
Derler ki şer bir evde gizliyse kibir, o evin anahtarıdır. Öfkenin ve şiddetin de kibrin bir tezahüründen başka bir şey olmadığı hakikatini işaretledi Dogville. O anahtarın gizli şıngırtısını, film boyunca  farklı şiddet ve tonlarda duyduk. Sonunda o sesi içimizde de bulduk. Zarafet kibre dönüştü, Dogville şiddete…

İzlemeden Ölmeyin Hatta Uyumayın bir derim.
Sevgilerle








0 yorum:

 

Design by Event Faculty

sayfa sonu

Diğer yazılar için minik ok işaretlerini takip etmelisin!